H.P.Blavatsky
Batı Teozofisi'nin kurucusu
Teozofi (theosophy) terimi Grekçe'de "tanrı" anlamına gelen "theos" sözcüğü ile "bilgi,bilgelik" anlamına gelen "sophos" (sofia) sözcüğü birleştirilerek türetilmiştir.[1] Günümüzde teozofi denildiğinde, öncelikle,kaynağını esas olarak Hint mistisizminin insan ile evren ve Tanrı arasındaki ilişkileri açıklayan felsefesi denebilecek Hint teozofisinden almış olmakla birlikte, Batı teozofisi akla gelir. Batı teozofisi bir yandan okült tradisyon, diğer yandan Doğu tradisyonları üzerine kurulmuş, ezoterik bilgilerden yararlanan felsefi bir sistemdir.
İlkeleri
Teozofi kurumu üç ilkesini şöyle açıklar:
1- İnsanlığın evrensel birliği için ırk, renk, inanç ve cinsiyet ayrımı yapmamak.
2- Din kuralları, felsefe ve bilim sınırlarının ötesinde çalışabilmek.
3- Doğanın keşfedilmemiş yönlerini ve insanın bilinmeyen yönlerini araştırmak.
Üyeleri ve dalları
Batı teozofisinin kurucusu, daha doğrusu teozofiyi Batı'da kurumsallaştıran kişi H.P.Blavatsky'dir (1831, Ukrayna-1891). Teozofi Cemiyeti'ne üye olan ünlü isimlerden bazıları Thomas Alva Edison, talyum elementini keşfeden William Crookes, sonradan Antropozofi'yi kuran Rudolf Steiner'dir. Batı Tezofisi'nin günümüzdeki sözcüleri birbirlerinden farklı görüşleri dile getirmekteyseler de, Batı teozofisi esas olarak iki kola ayrılmış durumdadır: Bu iki teozofik sistemden biri Annie Besant tarafından, diğeri C.W. Leadbeater tarafından belirlenmiştir. Her ikisinde de, ruhun gelişimi ilke edinilmekle birlikte, monoteist dinlerdeki tek tanrı inancı yoktur. Daha doğrusu, “varlık birliği” görüşünü kabul ederler.
Hint teozofisi
Batı teozofisi gibi “varlık birliği” görüşüne sahip olan Hint teozofisi, Batı teozofisine kıyasla daha karmaşık ve anlaşılması güç bir felsefeye sahiptir. Hint teozofisinde Batı teozofisinde rastlandığı biçimde belirgin bir ruh ve madde ikilemi yoktur. Hint teozofisine göre dünyada yaşayan bir insan, üçü semavi, dördü dünyevi olmak üzere 7 unsurdan oluşur. Atma ya da atman (tasavvuftaki zat), manas (nefs) ve buddhi’den (sezginin kaynağı olan ruhani unsur) oluşan semavi ya da “yüksek trinite” gelişmek, mükemmel hale gelmek için dünyaya iner. Varlık dünyaya indiğinde bu semavi ya da yüksek trinite, linga-sharira (süptil beden), prana (hayati unsur), kama (hayvansal nefis) ve sthula sharira’dan (fiziksel beden) oluşan "dünyevi dörtlü"yle birleşir. Ölümsüz “yüksek trinite” dünyada pek çok yaşam geçirdikten sonra sonunda devachan adlı cennete gider ki, orası onun zaten asli vatanıdır. Kısaca, Hint teozofisine göre “yüksek trinite” hem insandır, hem ruhtur, hem Tanrı’dır. Hint teozofisine getirilen en büyük eleştiri şudur: Varlık ya da ego, her bakımdan mükemmel olan Mutlak Allah ile bir ve aynı ise, bu “Mükemmel Olan”ın gelişmek, yücelmek ihtiyacıyla fiziksel dünyaya inmesi büyük bir çelişkidir.
Ek bilgi
Teosofi de denilen Teozofi, bir başka tanımlamayla, tüm din ve inançların "İlahi"yi bulmak, ulaşmak için olduğunu öngören ve böylece her din ve inancın hakikatın bir bölümüne sahip olduğunu ileri süren düşünceler bütünüdür. Günlük kullanımda ve teozofi anlayışı dışında ise genelde mistizm ve meditasyon temellerinde kurulmuş, hakikatin böyle elde edilebileceğine inanan felsefelere verilen isimdir.
Teosofi, tutarlı bir düşünce sistemi olarak, H.P.Blavatsky'nin çalışmalarından geliştirilmiştir. Henry Steel Olcott, William Quan Judge ve diğerleriyle birlikte Blavatsky, 1875'te Teozofi Derneğini kurmuştur.
Kuruluşu
Teosofi Derneği (Theosophical Society) 1875 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin New York kentinde H.P. Blavatsky, Henry Steel Olcott, William Quan Judge tarafından kurulmuştur. Derneğin ilk amacı medyum fenomenini araştırma ve açıklamaktı. Olcott ve Blavatsky'nin Hindistan'a gitmesinden sonra derneğin çalışmaları Doğu dinlerine kaydı ve Derneğin gündemine alındı.
Blavatsky, Key to Theosophy adlı yazısında derneğin amacını ırk, din veya itikat farkı olmaksızın Dünya dinleri ve bilimlerini, Aryan ve diğer kutsal metinleri, Doğanın gizemlerini ve insanda potansiyel psişik ve spiritüel güçleri her bakımdan araştırmak şeklinde ortaya koymuştur.
Bölünme
Blavatski'nin ölümünden kısa bir süre sonra Olcott ve Annie Besantile Judge arasında çıkan anlaşmazlık 1895'de Judge'un onlardan ayrılıp derneğin Amerika şubesinin çoğu üyesiyle California Pasadena'da Theosophical Society'yi kurmasına Olcott ve Besant'ın da Hindistan'da Theosophical Society - Adyar'ı kurmasına yol açmıştır. Üçüncü bir grup da Pasadena grubundan 1909'da ayrılıp United Lodge of Theosophists or ULT'yi kurmuştur.
Blavatsky Hakkında Ek Bilgi
Teosofi Hareketi´ni başlattı ve Teosofi "İlahi Bilgi" mesajını verdi. Doğu dinlerinin bilgeliğini batıya anlatırken karma ve reenkarnasyon fikirlerini tanıttı; tüm büyük dinlerin tek ve ana bir dinsel felsefeden kaynaklandıklarını, antik bilgeliğin hala bilindiğini, açıklanamayan olayların, fenomenlerin aslında bilimsel yasalarla açıklanabileceğini anlatırken, ahlak ve kardeşlik ilkelerinin temelini açıkladı. Teosofik Hareket´in Evrensel Kardeşlik´in tek yolu olduğunu gösterirken, ırk, inanç, seks, kast ve inanç ayrılıklarının ortadan kaldırılmasının yararlarını öğretti. Bugün Teosofi milyonlarca taraftarı, öğrencisi ve 55 ülkedeki öğretim merkezleriyle Yeni Çağ´a yönelik ciddi ve önemli bir kurumdur. Helena Petrovna Blavatsky, 1831´de Rusya, Ukrayna´da Dnepropetrovsk´da 12 Ağustos´da doğdu, 1891´e kadar yaşadı, Ezoterizm´in öncüsüydü. Babası bir Alman albayı, annesi ise Rus asıllı genç yaşta ölen bir yazardı. Anne tarafından Prenses Helena Pavlovna Dolgorukov ile akrabaydı ve onun etkisiyle Saratov ve Tiflis´de eğitim gördü. Çocukluğunda ruhsal yetenekleriyle dikkat çekiyordu. 1849´da kendisinden küçük olan Nikifor Blavatsky adlı bir devlet memuruyla evlendi. 1851´de kendi tabiriyle Londra´da "Efendi"siyle tanıştı, 1852´de Kanada´ya, New Orleans´a, Meksika´ya, Güney Amerika´ya, Batı Hint Adaları´na, Ümit Burnu´ndan geçerek Seylan ve Hindistan´a gitti. 1853´de Tibet´e girmek istedi ama izin alamadı ve Java üzerinden İngiltere´ye döndü. 1854´de Amerika´ya geçerek batıya göç edenlerle beraber Rocky Dağları´nı aştı sonra yine Güney Amerika´ya gitti. Bir yıl sonra ise yine Hindistan´daydı, oradan Japonya´ya geçti, ardından 1856-57´de Keşmir, Ladakh, Burma ve Tibet´i dolaştı. Tekrar Büyük Okyanus´u aşarak 1858´de Fransa ve Almanya´ya geldi ve oradan Rusya´ya dönerek, 1860´da Kafkasya´ya geçti ve orada 1865´e kadar dağ aşiretleriyle beraber yaşadı. O dönemde, ruhsal deneyimlerini geliştirdi ve okült güçlerini kontrol etmeyi öğrendi. 1866-67´de Rusya´dan ayrılarak Balkanlar´ı, Mısır´ı, Suriye ve İtalya´yı gezdi, bu arada bir dönem İstanbul´da kaldı; kısa bir süre yine Rusya´ya döndüğünde Mentana Savaşı´nın içine düştü ve 3 Ekim 1867´de yaralandı. 1868´de yine Hindistan ve Tibet´teydi ama bu kez yanında "Efendi"si de vardı. 1870´de Yunanistan´da, 1871´de bir deniz kazası geçirdiği Mısır´daydı, ertesi yıl Filistin ve Lübnan´da, 1872´de yine Odessa´daydı. Bir yıl sonra, Batı Avrupa´ya geçti ve 7 Temmuz´da efendisinin emriyle New York´a gitti. 1874´de Vermont´da bir çiftlik evinde Albay Henry Steel Olcott´la tanıştı ve William Q. Judge´ın katılımıyla üçü 8 Eylül 1875´de Teosofi Derneği´ni kurdular. 1877´de "Isis Unveiled-Yüzü Açılmış Isis"i yayınladı, bir yıl sonra Amerikan vatandaşı oldu ama aynı yıl Albay Olcott´la beraber Hindistan´a Bombay´a yerleşti. 1879´dan sonra çalışmaları hızlandı, Teosofi Dergisi´ni yayınladı, 1882´de Teosofi Derneği´nin merkezini Madras, Adyar´a taşıdı. 1884´de Albay ve diğer yakın ekibiyle beraber Avrupa´ya geçti; Nice ve Paris´de yerleşerek "The Secret Doctrine-Gizli Doktrin"in çalışmalarını sürdürdü, bu arada Londra ve Elberfeld´de bulundu, 1885 başında Hindistan´a Adyar´a dönmek için denizden yola çıktı ama hastalanmıştı, Napoli´de kıyıya çıktı biraz iyileşince Almanya´ya geçti ve orada "The Secret Doctrine"in büyük bir kısmını tamamladı. 1887´da karargahını Londra´ya taşıdı ve orada Blavatsky Locası´nı açtı ve "Lucifer" dergisini yayınladı. 1888´de "The Secret Doctrine" yayınlandı ve Ezoterik Okul´u açtı, 1889´da Londra 19. Avenue Road adresinde yer alan Teosofi Derneği´nin Avrupa merkezinin açılışını yaptı ve aynı yıl "The Key to Theosophy" ve "The Voice of the Silence" adlı çalışmalarını yayınladı. 1891 yılının 8 Mayıs´ında Londra, Surrey´de öldü ve cesedi yakıldı. Bu inanılmaz yaşamın akıl almaz temposuna 60 yıl dayanmıştı, bir başkası hele tek başına bir kadın, 100 yıl önceki yolculuk koşullarında bu kadar çok dolaşmaya dayanamazdı. Madama Blavatsky´nin ruhsal öğretmenler olarak tanımladığı Kut Humi ve Morya Eserleri ve bakış açısıHelena Petrovna Blavatsky´nin pşisik veya normal ötesi yetenekleri olduğu çok anlatılmıştır, bunların daha çok DDA yani Duyu Dışı Algılama düzeyinde olduğu görülür; sıcak, içten bir insan olarak anlatılır ama sözünü sakınmaz ve korkusuzdu. Özellikle de iki yüzlülüğe ve dar kafalılığa hiç tahammülü yoktu, bu yöndeki kavgaları çok ünlüydü. Yeni fikirlere ve kavramlara çok meraklıydı, büyük metafizik bilgisi edebi çalışmalarında görülür. Fikirleri dünyanın her yerinde ilgi gördü ve araştırıldı. Henüz kendi yetenekleriyle ilgilenmediği dönemlerde doğaüstüne fazla yönelmemişti ama kendisi doğa yasalarının yönettiğine inanıyordu. Özellikle Tibet´te bulunduğu dönemlerin yanısıra gittiği sayısız ülkede iyi bir metafizik öğrencisi oldu ve daima gizli bilgileri araştırdı. Teosofi Derneği bugün elli ülkede temsil ediliyor. 1885´de bitirdiği "Secret Doctrine" baş yapıtıydı, getirdiği bilginin kaynağı doğu bilgeliği ve bilgisiydi; bunları genç yaşlarda başlayarak öğrenmişti. Blavatsky´nin öğretisinde ve eserlerinde çok üst düzeyde felsefi ve dini bütünlük görülür, doğunun ve batının felsefesini çok iyi etüd etmiş ve çeşitli düzeylerde de pratiğini yapmıştı. İç dünyasını çok iyi yansıtan bir yazardı, gazetelere ve dergilere yazdığı yazılarda konuların renkliliği ve akışkanlığı hemen dikkat çeker, bu tür yazıları 15 ciltlik bir koleksiyonda toplanmıştır. İlk kitabı olan "Isis Unveiled" 1877´de yayınlandığında, 1.000 adet olan ilk baskı iki günde satıldı. Kitabın alt başlığı "Antik ve Modern Bilim ve Teoloji´nin Temel Anahtarı"ydı. İlk ciltte bilimde yanılmazlık kuramları, ikinci ciltte de dinle ilgili öğretiler vardı, Blavatsky tüm bilgilerin Eskiler´e ait olduğunu ve zamanla unutulmuş olduklarını belirtiyordu. Örneğin Antik Yunan´ın madde görüşünden yola çıkıyor, o bilgiyi ilerleterek Plato ve Pisagor ile güçlendirerek, Musevi bilgelerin geliştirdiği Kabalistik dinsel felsefeyle bütünleştirirken, antik belgelerin mistik yorumlarını kullanıyordu. Blavatsky mitolojik öyküleri, çeşitli dinsel metinleri, majikal bakış açılarını, antik Mısır yazıtlarını ve dünya dinlerini tartışırken evrensel antik bilgelik dininin Hermetik Felsefe olduğunu söylüyor ve tüm inançların buradan doğduğunu ama sonradan tahrif edilerek, unutulduklarını ve birbirlerini dışladıklarını savunuyordu. "The Secret Doctrine"in ilk bölümünde "Cosmogenesis" yani evrenin kökeni ve gelişimi, ikinci bölümde "Anthropogenesis"de ise İnsanlığın kökeni ve gelişimi anlatılıyordu, "Isis Unveiled"de olduğu gibi bilimin, din ve felsefeyle bütünleşme gereği anlatılıyordu. Blavatsky, "The Secret Doctrine"in kaynaklarını çok açık söylemez ama zaman zaman binlerce ciltlik Antik Asya ve Hıristiyanlık öncesi yazıtlardan söz eder. Bu bilgi insanlığın tüm deneyimi ve nedenidir. Evrenin ve insanlığın ilişkisi tartışılmazdır ve görülebilen veya görülemeyen her yerde sayısız yaşam formu vardır; üç temel yasa vardır; (a) Her yerde, her zaman var olan ebedi, sınırsız. değişmez bir ilke vardır ve bu tartışılamaz. İnsandaki idrak gücü üstünlük duygusunu ve temel ilkeyi algılama zannını yanısıra getirebilir ama bu sadece bir benzerliktir veya bir ifadedir. Ama bu nokta düşüncenin ulaşabildiği uzaklığın ötesindedir. (b) Evrenin sonsuzluğu sınırsızlık düzlemi veya planıdır. Sayısız evrenler sürekli olarak görünme ve kaybolma devamlılığı içindedirler. (c) Tüm insani ruhların temel tanımı ve esası Evrensel Ruh ile belirlenir. Sonraki oluşumun kendisi bilinmeyen kökenin bir yönüdür ve her ruh zorunlu olarak enkarnasyon çevrimlerini dönemsel ve karmik yasalara göre yapar.
Sessizliğin Sesi
“Sessizliğin Sesi” kitabına ait bir özeti zamanında arşivlemiştim. Geçenlerde tekrar ve tekrar okudum, uzun yılarını zazen yaparak zen izdeşliğinde sessiz sedasız harcamış biri olarak edindiğim tecrübeler ile görüşlerimi parantezler içinde serbestleştirerek kıymetli görüşlerinize arzediyorum.
İç ışığımız cesaretle serbest bırakılmayı bekliyor, sabır bunu besleyip büyütecektir.
Mehmet Everest
Açıklama:
“Aşağıdaki metin, Doğu’da, mistisizmin öğrencilerine verilen eserlerden olan Altın İlkeler Kitabı’ndan (The Book of the Golden Precepts) alınmıştır.
Bu metindeki daha önce iç yolculuğa derinlemesine çıkmamış olanlar için anlaşılması zor yerler olacaktır. Şimdi Sonsuz Doğu’da çalışmalarını sürdüren İlhan Güngören, senseyimle zazen yaparak zen izdeşliğinden yakalamış olduğum deneyimlerimi Tibet Budizmi ve tasavvuf araştırmalarımda yakaladığım benzerlikleri (parantezler içinde) arzediyorum.
(Mehmet Everest)
Orijinal ilkeler ince dikdörtgenlere, kopyaları ise çoğu zaman da diskler üzerine çizilmiş, bazen Tibet dilinde, ama çoğunlukla da ideografik işaretlerle yazılmışlardır. Kutsal dini dil (Senzar) kendine has bir alfabeye sahiptir; fakat daha çok heceli değil de ideografik karakterlerle gösterilen çeşitli yazım biçimleriyle dile getirilmiş de olabilir. (Senzar dilinde 55 harf, 50 rakam, geometrik şekiller ve renkler bulunmaktadır).
Bazı İlkeleri Buda öncesi, bazıları daha ileri bir tarihte yazılmış olan Altın İlkeler Kitabı yaklaşık doksan tane farklı küçük risaleyi içermektedir.
Not: Bu belgelerin, genellikle, 7500 – 8000 yıllık olduğu kabul edilmektedir. Diğer bazı kaynaklar ise, palmiye yapraklar üzerine yazılarak, korunması için kimyasal işleme tabi tutulan söz konusu belgelerin minimum on bin yıllık geçmişi olduğu kabul etmektedirler. Bu metinler Bayan Helena Petrovna Blavatsky* tarafından tercüme edilerek ondokuzuncu yüzyıl sonlarında Batı Dünyasına tanıtılmıştır.
Bayan HPB, bilgeliğin hiçbir millete has olmadığını, bilgeliğin değişik milletler ve bölgelerde olduğunu, ancak sonuçta kaynağın tek olduğunu söylemiştir.
*“Öğretiler hakkında büyük konuşmayın, karşınıza hemen bir deneme çıkar”. (H.P.Blavatsky)
SESSİZLİĞİN SESİ
“THE VOİCE OF THE SILENCE”
Nada'nın “Sessiz Sesin” sesini duymak ve anlamak isteyen, önce Dharana'nın (Bir iç nesne üzerinde ve dış evrenden tümüyle uzaklaşmış olarak, mükemmel biçimde yapılmış olan zihin konsantrasyonu) doğasını anlamalıdır. (bu sessiz ses denene zen ustaları “kapısız kapı”dan geçilerek girileceğine işaret eder, bunun için de meditasyon yapmalıdır)
Nesnelere tepkisiz kalmış olarak Lanu (mürit), düşünce üreticisi, yanılsamayı uyandıran, duyuların Kralını aramalıdır. (düşünceleri uyandıran, düalitik-ikici kavrayışın kaynağı olan istekler/korkular, bunların elde edilmesinden duyulan aldatıcı sevinç, elde edilmemesinden hissedilen yine aldatıcı sükûtu hayallerin kaynağı olan “BEN” i bulmalıdır)
Zihin Gerçeğin büyük katledicisidir ( zihin; ikici bakış ile gerçeğin sürekli çevresinde dönmemize neden olur, bu aşılmadıkça, şeylerin oluşların gerçekliği kabak gibi gözümüzün önündeyken bile görülemez, sürekli vıdı vıdı eden çok konuşup bir şey söylemeyip, hep yakınan güdümlü zihnin durulması ile ancak gerçeği örten kabuk aralanacak, kapısız kapının eşiği görünecektir...). Mürit, katlediciyi öldür. Çünkü uyanırken rüyasında gördüğü tüm şeylerin kaybolması gibi kendi şekli de kendisine bir yanılsama olarak göründüğünde, çokları duymayı kestiğinde, sadece o an BİR'i ayırt edebilir, dış sesi öldüren iç ses.
Sadece o anda, ondan önce değil, doğruya, Sat krallığına girmek için, yanlışı, Asat bölgesini terk edecektir (tasavvufta da dış-âfâktan, iç/enfüse yolculuktan bahs geçer; şeyleri terk, terki terk, terkleri terkeden kendini de terk ile ancak hakikat aleminin kapılarının açılacağı gerçeği vurgulanır).
Ruh görmeye muktedir olmadan önce, içteki Uyum elde edilmelidir ve vücudun gözleri bütün yanılsamalara kör kılınmalıdır (alışıldık yaşamın boşluğu, kalıcı huzur verememesinin farkedilmesi ile başlayan bu içsel yolculuk için önce; bireyin düşünce dinamiğini ağırlaştıran gereksizliklerden arınması, şeylerin geçiciliğinin farkedilmiş olması gerekir. Elbette yine eylem ve istekler olacaktır ama arada çok önemli ayrıntı şudur, “gereklilikler” Bu şuna benzer; son derece lüks bir otelde yemek yersiniz, size gereken orada yediğiniz bir avuç sebzedir, ve orada dolaşırken aldığınız temiz oksijendir, diğerleri zihnin beklentileridir...).
Ruh duymaya muktedir olmadan önce, insan kükremelere ve fısıltılara, azgın fillerin çığlıklarına ve ateş böceğinin gümüşi vızıltılarına sağır olmalıdır (zazende ilerledikçe karşılaşılan ani sesler, yanıltıcı görüntüler... Bunlar esasen giderek inanılmaz keskin hale gelen 5 duyunun o ana kadar alıştığının dışındakileri de farkeder olmasıdır... eskiden zorlukla duyulan bir kapı gıcırtısının veya pencere önünden pike yaparak geçen kırlangıcın ötüşünün adeta bomba patlaması gibi duyumsanmasıdır, üstelik bu bomba sanki sizin içinizde patlamış kadar net algılanmasıdır.... İç sesin kesilmesi ile evrensel ve bitmeyen ninni “sısss” sesinin dinlenmesidir, bir süre sonra bakılır ki her tür ses ve görüntü yüce bir öğreticinin harfleri, kelimeleri, cümleleridir...)
Ruh anlamaya ve hatırlamaya muktedir olmadan önce, kilin önce çömlekçinin zihninde şekil alması gibi Sessiz Varlık ile birleşmelidir (keskinleşen 5 duyu farkedilmeden herkeste varolan 6. duyunun ortaya çıkmasına ve giderek siz ve evrensel ortak bilgi bankası ile irtibata geçmenin başlamasına götürür).
Böylece Ruh duyacak ve hatırlayacaktır ve iç varlığına Sessizliğin Sesi konuşacak ve şöyle diyecektir:
“Hayatının Güneş ışığında yıkanırken ruhun gülümsüyorsa, ruhun kendi et ve madde kozası içinde şarkı söylüyorsa, ruhun yanılsamalar şatosu içinde ağlıyorsa; ruhun kendisini Hoca’sına bağlayan gümüş ipi parçalamak için mücadele ediyorsa; Ey Lanu, bil ki ruhun bu yeryüzüne aittir (bireysel varlığın; sanılanın çok üstündeki potansiyelinin huzurla farkedilmesi aşaması, bundan sonra kıvaçlı bir yaşamın her tür eksikliğe rağmen kabullenilerek her şey ile eksilmez bir barış içinde uyumla yaşanması... Yüksek farkındalık içinde yüksek neşe, enerji artışı...).
Tomurcuklanan ruhun Dünya'nın gürültüsüne kulak kabarttığında; yanılsatıcı dünya olan yanılsamanın kükreyen sesine ruhun cevap verdiğinde, acının sıcak gözyaşlarını gördüğünde, korktuğunda ve kederin çığlıkları ile sağırlaştığında, kaplumbağa gibi kişilik kabuğuna çekilir, mürit, bil ki, ruhun Suskun Tanrısının değersiz bir sunağıdır (bu yeni ve alışılmadık yüksek farkındalık ile yaşamın “herkes için ortak” acılarının izlenmesi ve yeniden gereklilikler ışığında yorumlanma aşaması).
Güçlü olduğunda, ruhun güvenli sığınağından dışarı doğru süzülür ve koruyucu barınağından uzaklaşır, gümüş ipini uzatır ve yükseğe doğru atılır: Boşluk içinde görüntüsünü seyrettiğinde, “bu benim” diye mırıldandığında, söyle mürit, ruhun hala daha yanılsamanın ağlarına takılıdır (Bir öğleden sonra evde Tibet Budizminin ileri ustalarının uyguladıkları “nefes teknikleri” üzerinde epey çalıştım, daha sonra “kendi kendine” telkin ile gevşemenin son raddeleri ile ulaşılan 30 dakikalık seanslar ile günlük uykunun alındığı zindeliğe ulaşma çalışmasına geçtim, birden ruhum bedenimden ayrıldı ve yatakta öylece yatmakta olan kendimi seyrettim, ve orada yatan cesede “ben, buysam, beni seyreden bu ben kim?” dedim. Çok sıradışı bir deneyimdi bu. Enerjideki yüksek potansiyelin ortaya dökülmesi, kıvançla yaşamı sürdürme, daha ileri düzeylerde gözle görmeden görme derecesinde 6. duyunun senin baş gözünle görmediğin çevreni kuşatması... Ama tüm bunlar bile esas gerçeği senden gizleyici yanılsamalar zincirinin güçlü direniş halkalarıdır, çünki sen hala “BEN” demektesin...).
Mürit, bu yeryüzü, acı evidir, “Büyük Sapkınlık” adındaki yanılsama tarafından aldatılmış Ben'ini tuzağa düşürmek için yol boyunca korkunç denemeler ve çeşitli tuzaklar kurulmuştur, “Büyük Sapkınlık” ruhun tek, evrensel ya da sonsuz Ben'den ayrılmış olduğuna inanmadır ( EUM diye adlandırdığımız tek mutlak varlığın bu sunumu sana hazırladığının farkına varma gereği, tüm çokluğun sofistike örtüleri arasından “O”nu farkedip “illâ ente/sadece sen varsın” diyebilecek terkler terkine ulaşmanın gerekliliği, esasen bu ayrılmanın asla olmadığının anlaşılmasıdır...).
Cahil Mürit, bu yeryüzü, fitilsiz ve yakıtsız yanan, hiçbir rüzgarın söndüremediği hakiki ışıklı “Işık Vadisine” çıkan alaca karanlığa doğru kişinin yürüdüğü karanlık bir giriştir.
(gerçeği) Yaşamak istiyorsan (alışıldık) hayatını terket.
Üçü, ey yorgun yolcu, üçü üzücü işlerin sonucuna götürür. Yanılsamayı yenebilirsen, üç oda -çeşitli bilinç durumları vasıtasıyla- seni daha yüksek bir ruhsal bilinç odasına götürecektir (sana sunulan aklına ek olarak ancak liyâkat ile verilen, ilâhi hikmet sana erişecektir...).
Şayet adlarını bilmek istiyorsan, dinle ve hatırla.
Birinci odanın adı CEHALETTİR, sanskritde AVİDYA denir. İçinde yaşadığın ve öleceğin odadır.
İkinci odanın adı ÖĞRENME'dir, sadece zihinseldir; aldatıcı görüntülerin psişik dünyasıdır.
Üçüncü odanın adı BİLGELİKTİR (bir şeylerin açıkça farkedilmesi), bunun ötesinde her şeyi bilme yatar.
Birinci odayı güvenli bir şekilde geçmek istersen, hayatın güneşi ile yakan arzu ateşlerinin zihnini karıştırmasına izin verme (bencil istek ve korkuların sistematik terkedilmesi, her ikisindeki ortak aldatıcılığın güçlüce farkedilmesi...).
İkinci odayı sağ salim geçmek istersen, orada yetişen çiçeklerin durgun kokusunu amaç edinmeye kapılma (“ben oldum” yanılgısına düşme... Evet eskisine göre çok daha yüksek farkındalık ışığında öğrenme içindesin, düşüncelerin hızı erişilmez oldu ve beynin çok daha sistematik doğal işleyişini yakaladı, “hatta gerekli olduğu için” istediklerin de önüne gelmekte... Ama alınacak yolun henüz çok başlarındasın). Karmik zincirlerinden kurtulmak istiyorsan, Guru’nu bu Maya bölgelerinde arama (daima “öteler” olduğunu unutma, gelişmeye ket vurma, hala “BEN” yanılgısı sürmekte...).
BİLGELER duyuların vakit geçirme (bir günü, diğer güne eşit kılma) bahçelerinde asla durmazlar (hiç bir şeye bencil ve açgözlükle bağlanmazlar).
BİLGELER yanılsamanın aldatıcı seslerini dinlemezler (onun gözü asla kaymadı ayeti/Kur’an).
Bütün gölgelerin üzerinde bulunan ve hakikat ışığının ihtişamla yandığı oda olan, Bilgelik Odasında sana hayat vermesi gereken şeyi ara (bu herkese göre değişir, her gelinen kademede vardır ama sürekli değişir, herkes derecesine göre görür, her derecenin sırrı ayrıdır).
Lanu (Mürit), Yaratılmamış olan, o odada olduğu gibi senin içindedir.
Bedenin sesini sustur, iki ışık tek bir ışıkta birleşebilsin diye hiçbir duyu görüntüsünün onun ışığı ve seninkisi arasına oturmasına izin verme.
Ve kendi AGNYANA'nı tanıdıktan sonra -bu cehaletten bağlıdır- ÖĞRENME Odasından kaç. Bu oda hain güzelliği nedeniyle çok tehlikelidir; (“huzurumuza bilgisine güvenerek gelen ile bizim aramızda ondaki güvendiği bilgi engel teşkil edecektir...” Gavsiyye/A. Kadir-î Geylânî. Çünki bilgi “BEN”e gelir... Ben terkedilince bilginin sen olduğu anlaşılacaktır, daha önce hatırlanan bilginin hatırlanmasına gerek kalmayacak şekle dönüşmesi...) sadece senin hazırlanman için gereklidir. Aldatıcı bir parlaklıkla gözleri kamaşmış ruhun, bu odanın aldatıcı ışığına yakalanmasın diye dikkat et, Ey Lanu.
Bu ışık büyük aldatıcı Mara'nın (gözalıcı çoklar/kesret) mücevherinden yayılır. O insanlığa acı çektiren ve ruhu öldüren kusurların topluluğudur. Duyuları cezbeder ve zihni kör ederek insanı terk edilmiş bir enkaza dönüştürür (bu yaşamın irdelenmeden, ebeveynlerimizden duyduğumuz, gördüğümüz şekilde yaşanması anlamsızlığı. Gerçek “böylesiliğinin” bile anlaşılmadan yaşanan yavanlığı).
Ruhlar Alayını (insanları) gözle. İnsan hayatının fırtınalı denizi üzerinde nasıl havada durabilmek için kanat çırptıklarına ve bitap düşüp, güçlerini kaybederek kırık kanatlarla şiddetli rüzgarlar tarafından nasıl havaya fırlatıldıklarına ve ilk büyük girdap içinde nasıl kaybolduklarına bak.
Bilgelik odasından mutluluk vadisine geçmeyi istiyorsan, seni diğerlerinden ayıran ayrılığın büyük ve dehşetli sapkınlığına karşı duyularını kapat (arasıra hiç bir şeyden yardım beklemeden iç dünyana çekil, iç yolculuk yanlız olur, güçlü ol ve başla).
Sonsuz hayatın açık ve berrak, saf suları, muson fırtınalarının çamurlu akıntılarıyla karışmazlar (bir satori esnasında açıkça şunun farkına vardım, iç sesim bana “sen –insan görüntüsündeki kişi- asla yokedilemez, zarar verilemezsin” dedi, bu herkes için geçerli bir kural elbette...).
Sana hükmetmeden önce temiz olmayan düşüncelerine karşı mücadele et (nefsini islah et). Onlara karşı onların sana hareket edebilecekleri gibi hareket et, çünkü sen onlara hoşgörü gösterirsen kök salıp büyürler; iyi bil ki bu düşünceler seni yenecekler ve öldüreceklerdir. Dikkatli ol Lanu (mürit), bunların gölgelerinin bile sana yaklaşmasına izin verme. Çünkü bunların büyüklüğü ve gücü artacaktır ve böylece uğursuz varlıklarının farkına varmadan bunların karanlıklarının varlığı özünü emeceklerdir.
Ölümlü Ben ve Ruhsal Ben asla beraber olamazlar. İkisinden birisi ortadan kaybolmalıdır; ikisine birden yer yoktur (ölmeden önce ölmek... bir gün mutlaka seni terkedip, seni karmalarının sonuçları ile başbaşa bırakacak nefsini, o seni terk etmeden terketmek...).
Ruhunun zihni anlamaya muktedir olmadan önce, kişiliğinin tomurcuğu (istek ve arzular ve bunların beklenti ve sonuçları) ezilmelidir; yeniden doğuş imkanı olmaksızın duyuların tüm kurtları yok edilmelidir. Yolun kendisi olmadan önce yolda ilerleyemezsin.
Ruhunun tüm acı çığlıklarını dinlemesine izin ver ve acı çekenin gözündeki gözyaşlarını sen kurutmadıkça tek bir acı yaşını güneşin kurutmasına izin verme (“BEN” den başka sayısız “BEN” olduğunun farkına var, tüm nefislerin bir olduğunu farket). Ama yakıcı insan gözyaşlarının teker teker kalbine düşmesine izin ver ve onlara neden olan acı yok olana kadar kurulanmadan orada kalsınlar.
Ey kalbi merhamet dolu sen, bu gözyaşları ölümsüz acıma tarlalarını sulayan akıntılardır. Hayat akışını öldür, ancak onu öldürürsen, bu sonsuz hayata susamışlığın için olmasın. Ne Karma’ya ne de doğanın değişmez yasalarına karşı gelme (yaşamla uyum içinde ol, değişimin birden olmadığını, kendiliğindenliğinki zorlamasızlığı gözle). Sadece kişisel, geçici, gidip-gelen ve sonu olan şeye karşı mücadele et. Doğaya yardım et ve onunla çalış; Doğa seni yaratıcılarından biri olarak sayacak ve sana saygı gösterecek ve itaat edecektir (zamanla doğa ile birlikte nefes alıp verdiğimizi, evrendeki tüm zerrat ile ayrılmaz bir bağın farkındalığını çocukça haşarı bir şaşkınlıkla farkediveriyor insan).
Yola giden sadece tek bir patika (yan yol) vardır; sadece bunun sonunda “Sessizliğin Sesi” duyulabilir. Adayın çıktığı merdiven ıstırap ve acı basamaklarından oluşmuştur. Bunlar sadece erdemin sesi ile sessiz hale getirilebilirler. Zavallı Mürit! İçinde geride bırakmadığın tek bir tane kötü huyun varsa merdiven ayaklarının altından kayacak ve sen düşeceksin (bu çok doğru, ama bu ayağı kaydıran huyun terki ile eski dereceye hızla getiriliyor insan, “Hak” kaybedilmiyor yani... Burada, evrensel destekteki amaç; “bağcı dövmek değil, üzüm yemek” olduğu anlaşılıyor); merdivenin ayakları günahlarının ve kusurlarının derin balçığı içine dayalıdır ve bu geniş madde uçurumunu geçmeye kalkışmadan önce, ayaklarını Vazgeçme (seni ağırlaştıran, ruhunu sakinleşmekten alıkoyan kötü huy ve boş eylemlerin terki) Sularında yıkamalısın. Tedbirli ol, merdivenin alt basamağına hala kirli olan ayağını basma. Yazıklar olsun sadece bir basamağı bile çamurlu ayaklarla kirletmeye cüret edene.
Çamur kuruyacaktır, sertleşecek ve ayağını oraya bağlayacaktır, ve kurnaz avcının ağına yakalanmış kuş gibi yeni bir ilerleme imkanı kalmaksızın orada kalacaktır. Kötü huyları şekil alacaklar ve onu dibe kadar çekeceklerdir. Günahları, güneşin batışından sonraki çakal sesine benzer bir sese sahip olacaktır; düşünceleri bir orduya dönüşecek ve bir köle gibi onu arkalarından sürükleyeceklerdir.
Lanu, kutsal yolculuğunda birinci adımı atmadan önce arzularını öldür, kötü huylarını aciz kıl (tasavvufta; insanın kendi çabasıyla gelebileceği en yüksek nokta “acziyet makamı” esasen ne kadar aciz olduğunun derinliğine anlaşılması, ancak bundan sonra ilâhi destek başlar...).
Zihnine huzur ver ve bütün dikkatini şimdiye kadar görmediğin (Bâtınî) fakat duyduğun hocanın üzerinde topla.
Ey Lanu, önünde olan yol uzun ve yorucudur. Geride bıraktığın geçmişinle ilgili tek bir düşünce seni aşağıya sürükleyecektir ve yeniden tırmanmaya başlamak zorunda bırakacaktır.
Geçmiş tecrübelerin hatırasını içinde öldür. Arkana bakma (“sürekli şimdinin” gerekliliği), yoksa kaybolursun.
Arzunun, onu tatmin ederek veya doyurarak öldürülebileceğine inanma, çünkü bu bozulup yok olan şey tarafından uyandırılmış iğrenç bir şeydir. Kötü huyu beslemek, onu geliştirmek ve güç vermek demektir. Solucan gibi çiçeğin bağrında saklanır (sendeki içsel/ruhsal gücü tüketir...).
Bütün bunların gerçekleşmesini arıyorsan, nerede senin bireyselliğin! Nerede Lanunun (müridin) kendisi! Ateş içinde kaybolmuş kıvılcım, okyanusta damla, evrensel ve sonsuz ışımaya dönüşmüş olan daima var olan ışın olmuştur (ustaların sorduğu koanı anımsatıyor, “etinin, kemiğinin gerisindeki nedir?”).
Ve şimdi bütün bilginin mükemmelleşmesi olan Boddhi ağacının altında dinlen (olgunlaşmayı bekle, hala çarpışan istek ateşleri ve bunlardan ayrılmaya çalışan senin oluşturduğun sükûnet yanlızlığındaki mahsunluk fırınında Yûnus gibi pişecek ve olacaksın...), çünkü bil ki tüm bu şeyler gerçekleşirse sen kendinin Hocasısın (ne ararsan kendinde ara...) ve en mükemmel ruhsal durumda doğacaksın demektir.
Bak işte! Işık olmaya ulaştın; Ses’e dönüştün, sen Hocasın; kendin kendi araştırmalarının amacısın; sonsuzluklar içerisinde yeniden yankılanan, kesilmeyen SES, her türlü günahtan ve değişiklikten arınmış, yedi ses BİR içinde, SESSİZLİĞİN SESİ .”
SÖZLÜK
NADA: Ruhsal varlığımızın, “SESSİZLİĞİN SESİ”nin “seslerinin” algılanması.
DHARANA: Zihinsel taşıtın ruhsal taşıtın içinde mükemmel ya da yoğun konsantrasyonu.
RACA: Kral, yöneten ya da kumanda eden.
SAT: Öz, hakikat.
ASAT: Var olmama, yalan, yanılsatıcı.
SAKKAYADİTHİ: Diğerlerinden kesinlikle farklı ve bağımsız olduğumuza inanma yanılsaması; kişiliğimizin geçici ve dünyevi “BEN”imizin
sonsuzluğuna inanma yanlışlığı.
ATTAVAA: Ruhumuzun ölümsüz ruhtan ayrılmış olduğuna inanma hatası.
AVİDYA: Cehalet.
AKHASARA: Mükemmel, ruhsal, kendi kendine gören bilinç.
GURU: Hoca.
AGNYANA: Cehalet.
MARA: Ruhsal varlığımızı yani tutkularımızı, kusurlarımızı vs.yi öldüren şey.
Doğu mitolojisi bunu bir şeytan gibi temsil eder, bu nedenle Mara bir
ölüm tanrısıdır.
MAYA: Yanılsama, yanılsatıcı dünya, hakikatin sadece görünen olduğuna
inanma; nesnel dünya, tezahürî evren, kişiliğimiz vs. de Maya olarak
adlandırılır. Sonuç olarak zamansız varlıklardan olmayan (dünyevî) her şeydir.
LANU: Mürit. Mütevazı biçimde öğrenmeye hazır olan kişi. Bilgeliği bir
mükafat olarak değil ama iç varlığın derin bir hakkı olarak arayandır.
BUDA: “Aydınlanmış” insan, nesnelerin ve olguların özünü “gören” kişi,
gerçekle birleşmiş ve artık yanılsamaya kapılmayacak olan kişi.
TANHA: Yaşama isteği ve böylece ölüm için korku, çünkü hayat ve ölümün
aynı paranın iki yüzü olduğu ve biri kaybedilmeden diğerinin
aranmadığı anlaşılmamıştır.
UPADHİ: Taşıt.
DHYANA: Zihnin kesin ve tam kontrolünü uygulamak için ulaşılmış olan en büyük ruhsal mükemmelleşme durumlarından biri. Bu, insanın kendisine
mükemmel olarak sahip olması olan Samadhi’ye götürür, bu kişi
yeryüzü evrimlerinin sonuna gelmiş olan kişidir. (meditasyonla ileri düzeye erişilerek elde edilir, meditasyonda ileri düzey; nefesin çok daha sığlaşması, çok az oksijene ihtiyaç duyacak kadar heyecanların, beklentilerin bitirilmiş olması, zihinsel yaşamın ananılmaz hızına neden olan düşünce hızını engelleyen kelimelerle düşünme ikiciliğinin aşılması, bu tamamen teknik bir olaydır. Dilin zazen de ters çevrilerek çene ile baskılanmasının doğal olarak zamanla düşünceleri kelimelere dökmeye çalışan dilin baskısının, düşünceyi yavaşlatmasının çözülmesidir...)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder